Tuncay Özilhan: “Devletin Piyasaya Yoğun Müdahalesi Sonuç Vermiyor.
HABER: ÇAĞATAN AKYOL – Kamera: SADIK KARAKULOĞLU
Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, “Türkiye gibi girişimci sayısının fazla olduğu, rekabet ortamının oldukça gelişmiş, iş kültürünün zengin olduğu bir ülkede , üretim yapısı güçlü, sosyal ve sendikal hakların geçmişi köklü, devletin piyasaya yoğun müdahalesi anlayışı sonuç vermiyor. ekonomiPolitikalarını bizim gibi sosyalizm geçmişi olmayan liberal demokratik ülkelerin piyasa modeline göre düzenlemek gerekiyor.
TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısı bugün İstanbul Sabancı Center’da gerçekleştirildi. Toplantının açılış konuşmalarını TÜSİAD Yürütme Konseyi Başkanı Orhan Turan ve TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan yaptı. Konuşmasına Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimlerini değerlendirerek başlayan Özilhan, şunları söyledi:
“HÜKÜMET VE MUHALEFET PROGRAMLARIN YAPILDIĞI ORTAMDA: Köklü demokrasi kültürü ve tarihiyle Türkiye, seçim yarışını adil rekabet koşullarında ve siyasi nezaketle yürütecek olgunluğa sahiptir. Öte yandan, son seçim dönemini, sorunlarımızı çözmek ve ülkemizi ileriye taşımak için iktidar ve muhalefetin önerdiği programları tartışarak geçirdiğimizi söyleyemeyiz. Seçimleri çok yüksek katılım ve siyasi olgunlukla tamamladık. Toplumumuz, oy hakkı konusundaki duyarlılığını bir kez daha göstermiştir. 13. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı, kabinesini ve TBMM’mize seçilen tüm milletvekillerimizi tebrik ediyoruz. Çoğunluğun iradesini ortaya koyan seçimler demokrasinin çok değerli bir ayağıdır. Bir o kadar da değerli olan demokratik standartların seviyesini daha yukarılara taşıyabilmek. Bu çerçevede demokrasi, 85 milyon seçmenin tamamının ve toplumun tüm kesimlerinin irade, görüş ve tercihlerinin dikkate alınması; temel hakların ve hukukun korunmasını gerektirir. Ülkemizin temel meselelerinde demokrasi ilkeleri çerçevesinde her türlü görüşün gündeme getirilebilmesini ve tartışılarak karara bağlanabilmesini önemsiyoruz. Bu amaçla her parti liderinin kendi tabanına rol model olmasını ve diğerlerini ötekileştirecek bir tavırdan kaçınmasını diliyoruz. İstişarenin, farklı görüşlerin ve eleştirinin demokrasimizi ileriye taşıyacağına inanıyoruz. Bu parlamenter dönemde temel hak ve özgürlüklerin hem bireysel hem de toplumsal alanda daha da yukarılara çıkabilmesi için yeni bir coşkuyla yeni bir atılım yapabilmeyi diliyorum.
ARTIK TARTIŞMADAN KURALLARA DAYALI LİBERAL DÜNYA DÜZENİ KISMI OLACAĞIZ: Cumhuriyetimiz ikinci yüzyıla girerken, bazı bedellerin ödendiğini görmekten büyük memnuniyet duyuyoruz. 100 yıllık Cumhuriyet tarihimize baktığımızda, kurallara dayalı liberal dünya sisteminin bir parçası olmanın, liberal dünya sisteminin bir parçası olmanın ülkemizde köklü bir gelenek olduğunu görüyoruz. Zaman zaman tartışmalara konu olsa da Türkiye’nin yönetim anlayışı hep bu temel maliyetlere dönmektedir ancak bu temel maliyetler üzerine yapılan tartışmalar ilk başta soru işaretleri doğurmaktadır. Bu nedenle temel değerler konusunda netleşmemiz ve çoğulcu demokrasiyi, laikliği, piyasa ekonomisini ve kurallara dayalı liberal dünya sisteminin parçası olmayı dışlamamız gerekiyor. Bu açıklama ülkenin yönünü netleştirecektir. Bütün dünya bu yönü görecek. Bu tartışmayı geride bıraktığımızda bugün çözmekte zorlandığımız sorunları çok daha kolay çözebileceğiz.
UZUN ZAMANDAN SONRA İLK KEZ ‘İKİ AÇIK’ YAŞIYORUZ: Bu sorunların başında ekonomi gelmektedir. Göstergeler, ekonomimizin muhtemelen son 10 yılın en zor döneminden geçtiğini gösteriyor. Buna bağlı olarak ihracat azalıyor, cari açık artıyor, net rezervler negatife dönüyor, bütçe açığı büyüyor, yüksek hayat pahalılığı satın alma gücünü azaltıyor, yüksek enflasyon bilançoları bozarak işlem maliyetlerini artırıyor, mevduat ve kredi faizleri yükseliyor, yatırımlar canlanmıyor. Politik faiz düşük, TL değer kaybediyor, yabancı yatırımcı gelmiyor. Uzun zamandır ilk kez ‘twin open’ yaşıyoruz. Geriye doğru sıralandığında düşündürücü bir tabloya işaret etse de bu problemler analizsiz değil. Yeter ki sorunun kaynağını gerçek olarak tespit edip ona uygun politika setini şeffaf ve zamanında uygulayabilelim. Bu kapsamda Başkan Yardımcımız Cevdet Yılmaz, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ı tebrik eder, görevlerinde başarılar dileriz. Yeni ekonomi yönetimi ile kısa sürede ekonomik istikrarın sağlanacağını ve ülkenin yeniden hızlı ve sağlıklı bir büyüme patikasına gireceğini umuyoruz. Bugüne kadar yapılan açıklamalar doğrultusunda, prestij düzeyi yüksek bir ekonomik programın hazırlanıp duyurulması, kilit kurumlara liyakati ön planda tutan ve piyasalara güven veren atamaların yapılması ve temel işe uygun bir çalışma sisteminin getirilmesi. Merkez Bankası başta olmak üzere iktisat politikalarının şekillenmesinde etkili olan kurumların tanımları. Masadan çıkmak için çok yardımcı olacaktır. Bu adımların atılmasıyla hem içeride hem de dışarıda ekonomiye olan inanç hızla toparlanacak ve inançlı adımlarla ilerlemek mümkün olacaktır.
MEHMET ŞİMŞEK’İN PROGRAMININ MAKROEKONOMİK İSTİKRARA KATKI SAĞLAMASINI BEKLİYORUZ: Mehmet Şimşek Bey ile görüşmeden önce TÜSİAD yönetimi olarak bir orta yol bulduk. Ekonomik duruma ilişkin tespitlerimizi ve önerilerimizi Sayın Bakanımızla paylaştık. Açık ve dostça bir görüşme oldu. Sayın Bakanımızın çalışmalarını tamamladıktan sonra ortaya koyacağı ekonomik programın makroekonomik istikrara katkı sağlamasını bekliyoruz. Dediğim gibi, Türkiye’de piyasa ekonomisinin uzun bir geçmişi var. Bunu yakın zamanda tekrar gördük. Türkiye geçmişte hem piyasa ekonomisi hem de devletçi piyasaya müdahaleler yaşamıştır, ancak piyasayı önceleyen model, kısa kısmi uygulama dönemleri dışında Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri gündemdedir. Türkiye’de, Çin’de, Sovyetler Birliği’nde ya da diğer Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, her zaman ekonominin her alanına yayılmış bir devletçi iktisat geleneği olmamıştır. O dönemde karma ekonomi modeli çerçevesinde piyasaya müdahaleyi benimseyen diğer ülkeler gibi biz de sakıncalarını görerek bu anlayıştan vazgeçtik. Türkiye gibi çok sayıda girişimciye, gelişmiş rekabet ortamına, güçlü iş kültürüne, güçlü üretim yapısına, sosyal ve sendikal haklara sahip bir geçmişe sahip bir ülkede, durum sonuç vermez. Bu, bizim gibi sosyalizm geçmişi olmayan liberal demokratik ülkelerin ekonomi politikalarını piyasa modeline göre düzenlemek gerektiği anlamına gelir.
TÜRKİYE EKONOMİSİNİN SORUNLARINI ANALİZ ETMEK İÇİN ÜÇ AYAKLI BİR PROGRAM GEREKLİDİR: Piyasa modelinde devlet, piyasa istikrarını şekillendirmek için seçici bir şekilde müdahale etmez, ancak özel sektöre rehberlik edecek bilgileri derler, yayınlar, araştırır, analiz eder ve argümanlar hazırlar. Devlet, piyasaların rekabetçi işleyişini sağlamak için kontrol eder, önlemler alır, piyasa başarısızlıklarını önler, ancak fiyatları arz ve talep belirler. Devlet vergileri toplar ve kamusal mal ve hizmetleri sağlar. Devlet ayrıca, sosyal sonucu uyarlamak için piyasa başarısızlıklarına müdahale eder. Örneğin çevre, bölgesel kalkınma, gelir eşitsizliği, istihdam yaratma gibi alanlarda maliye politikaları, sosyal politikalar, üretim ve dış ticaret politikaları kullanılmaktadır. Türkiye ekonomisinin sorunlarının analizi için üç kollu bir programa ihtiyaç vardır. Bu üç ayak makroekonomik istikrar, yapısal reformlar ve hukukun üstünlüğüdür. Bu başlıkların üçüne de aynı anda başlamak gerekiyor. Bu durumda her biri diğerinin etkinliğini artıracak ve sorunları daha kısa sürede ve daha az maliyetle çözmek mümkün olacaktır.
ENFLASYONLA MÜCADELE ETMEK VE TL’YE GÜVENİ YENİDEN İNŞA ETMEK BİRİNCİ ÖNCELİĞİMİZ: Öncelikle makroekonomik istikrarı sağlamakla başlamak gerekiyor. Enflasyon şeytanıyla mücadele etmek ve TL’ye olan güveni yeniden tesis etmek birinci önceliğimiz ama enflasyonla mücadelenin yolu TL’ye değer katmaktan geçmiyor. Çünkü TL değer kazandığında bu durum ister istemez ithalatı ucuzlatıyor, ihracatı pahalılaştırıyor ve dış açık yükseliyor. 2001 krizinden sonra içinden geçtiğimiz süreç bize bu dersi çok iyi öğretti. Bu nedenle, yurt dışından para girişi ve döviz akışının piyasadan çıkması durumunda TL’de beklenen değer kaybının önüne geçmek yerine zaten zayıflamış olan Merkez Bankası rezervlerini konsolide etmek gerekmektedir. Enflasyonla mücadele temel amaç olmakla birlikte, sıkı para politikası tercihlerinin büyümede istenmeyen bir yavaşlamaya ve yaşam standartlarında bozulmaya yol açmaması gerekmektedir. Maliye politikası burada devreye girmelidir. EYT uygulaması, vatandaşın hayat pahalılığının altında ezilmemesi için yapılan harcamaların doğru yapılması, EYT’nin yol açtığı zararın karşılanması için yapılması gereken olağan ek harcamalar gibi nedenlerle bütçe açığının artması kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor. deprem felaketi.
YÜKSEK İTİBARLI BİR EKONOMİK PROGRAMIN AÇIKLANMASI, İSTİKRARSIZLIK UNSURU OLARAK BÜTÇE AÇIĞINDA NEDENİYLE OLAN BOZULMANIN ÖNÜNE GEÇERLİ: İtibarlı bir ekonomi programı açıklanması, bütçe açığındaki tesadüfi bozulmanın bir istikrarsızlık unsuru olarak görülmesini engeller. Nitekim böyle bir program kısa sürede olumlu sonuçlarını vermeye başlar ve ülke sağlıklı bir büyüme patikasına döner. Açıklanacak programda maliye politikasındaki harcama disiplinine uyulup uyulmadığına dikkat edilecek. Depremin neden olduğu kamu harcamalarındaki artış ile halkın satın alma gücünün korunması gerekliliğini dengelemek için bazı kalemlerde tasarruf yapılabilir. Özellikle, üretim atılımı açısından etkisi sınırlı olan, şu anda planlama aşamasında olan ve çevresel etkileri yüksek olabilecek projeler ertelenebilir. Ayrıca kamu alım ve hizmetlerinde haksız rekabete yol açabilecek uygulamalara karşı duyarlı olunması, ülkedeki üretim ve yatırım ortamının sağlıklı bir şekilde işleyeceğinin bir göstergesi olacaktır. Standart para ve maliye politikalarına dönülerek makroekonomik istikrar sağlanacak olsa da cari açığın analizi daha zor olacak ve daha uzun zaman alacaktır. Bu, kapsamlı politikalar ve uygun planlama gerektirir.
ÜRETİM VE TASARRUF ARTTIRILMADAN TÜKETİM ARTIRILMASININ SONU CARİ AÇIĞIN AZALMASIDIR: Cari açık sorunu başından beri Türkiye ekonomisinin en temel sorunu olmuştur. Sorunun temelinde, hammadde ve temel girdilerin ithalata dayalı üretim yapısı yatmaktadır. Cari açık sorununu çözmek için bu yapıyı dönüştürmek gerekiyor. Bu da eğitimden teknoloji politikalarına, dış ekonomik çıkarlardan adalet sistemine kadar geniş bir alanda bir dizi reformu gerektirmektedir. Bu reformlar yapılmadan dünyada talebin yoğun olduğu işlerde yüksek teknolojiye dayalı ve katma değeri yüksek bir üretim yapısına geçilerek cari açık sorunu çözülemez. Sadece TL’nin değer kaybetmesi cari açığı fazlaya çevirmez. Dolayısıyla hem cari açığı azaltmanın hem de enflasyonu aşağı çekmenin teori ile olduğu kadar tecrübe ile de bilinen tek yolu, üretimi ve tasarrufları artırmaktır. Üretimi ve tasarrufu artırmadan tüketimdeki artışın sonu cari açığın bozulmasıdır. Açıkçası, bu sürdürülebilir değil. Türkiye geçmişte altyapıda değerli bir atılım yaptı. Karayolları, demiryolları, limanlar, havaalanları ve köprüler hem Türkiye’nin dört bir yanını birbirine bağlamış hem de Türk eserlerinin dünyaya ulaşmasının yolunu açmıştır. Bu yolları, limanları Türk eserleriyle doldurmak istiyorsak daha çok üretmeli ve yatırım yapmalıyız.
SATIN ALMA GÜCÜNÜ KORUMAK İÇİN GENİŞ BÖLÜMLER: Üretimi ve yatırımı artırmak için öncelikle makroekonomik istikrarı sağlamak gerekiyor. Eğitim, bilim, teknoloji, bölgesel kalkınma, kayıt dışı ekonomiyle mücadele, vergi ve teşvikler, KOBİ’lerin kurumsallaşması, ölçek ve verimlilik artışı esasına dayalı dönüşüm, yeşil ekonomi alanlarında yapısal reformları hep birlikte hayata geçirmeliyiz. Bu iyileştirmeler üretimi artırırken gelir dağılımını daha adil hale getirmek açısından da değerlidir. Çalışanların üretimden hak ettikleri payı almalarını sağlamak ve büyük kesimlerin alım gücünü korumak gerekiyor. Üretim yapısını dönüştürürken yaşadığımız deprem felaketini ve bizi bekleyen Marmara depremini de unutmamalıyız. Artan yatırımlar, makroekonomik istikrar ve yapısal reformlara ek olarak, uzun vadeli öngörülebilirliği sağlayacak kurumlara ve kurallara dayalı bir ekonomi ve girişimciler ekosistemi gerektirmektedir. Bu da bizi üçüncü başlığımız olan hukukun üstünlüğüne getiriyor. Yatırımların artması, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı için elverişli koşullar şüphe götürmez, güçlerin istikrarı sağlanır, çoğunlukçuluk yerine çoğulculuk esas alınır, ifade özgürlüğü tam olarak korunur, şeffaflık ve hesap verebilirlik tesis edilir, liyakat gözetilir. atamalarda esas alınan, özerk kurumların bağımsızlığı garanti altına alınan, politika ve kararlarda sürekliliği sağlayan bir yönetim modeli ile sağlanmaktadır.
DEMOKRATİK ÜLKELER TOPLULUĞU İÇİNDE OLMAK Türkiye İÇİN DEĞERLİDİR: Türkiye’nin rekabetçi olmaktan başka çaresi olmaması çoğulcu demokratik sistemin vazgeçilmezliğini pekiştirmektedir. İçinde bulunduğumuz küreselleşme çağında ekonomik büyüme ve refah, dünya ekonomisiyle nasıl bütünleştiğimizle yakından ilgilidir. Türkiye’nin küresel siyasette hangi ticaret bloğunda yer alacağı ekonomik performansını da etkiliyor. O ülkenin prestiji, güvenliği ve refahı bir ülkenin dış politikasının temelini oluşturur. Ülkelerin dış politikaları ve dahil oldukları ülkeler arasındaki ittifaklar, benimsedikleri ekonomik çerçeve ve iç politikada geçerli olan normlar ve maliyetlerle uyumlu olmalıdır. Türkiye elbette dış politikasını kendi çıkarları doğrultusunda belirlemelidir. Hem bölge ülkeleri hem de küresel güçlerle ilişkilerini ilkeler ve kurumsal yapılar üzerinde geliştirmelidir. Jeopolitik gerilimlerin arttığı ve küresel dengelerin hassaslaştığı günümüzde Türkiye’nin demokratik ülkeler topluluğunda yer alması değerlidir. Ekonomik bağlantılarımız açısından en değerli ortağımız olan Avrupa’nın dijital ve yeşil dönüşüm projelerinin dışında kalmayı düşünemiyoruz.
ULUSLARARASI KABULLENEBİLİR POLİTİKALAR UYGULAYARAK, GÜÇ GÜNLERİNİ GEÇİRİYORUZ: İnisiyatif alarak, AB müktesebatının uygulanması için ödevlerimizi yapmaya başlayabilir ve özel şubemizin merakla beklediği gümrük birliğinin karbonsuzlaştırmayı destekleyecek biçimde güncellenmesi için müzakerelerin önünü açabiliriz. dijitalleşme süreçleri. Covid-19 salgını, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş, beyin sarsıntısı felaketi gibi birbirini takip eden bir dizi olayla sınandığımız sıkıntılı bir dönemden geçtik. Birçok yaramız var. Bu yaraları sarmak kolay ve hızlı olmayacak ama burası bizim ülkemiz ve hepimiz üzerimize düşen sorumluluğu almaya hazırız. Siyasilerimizin de iktidarları ve muhalefetleriyle aynı sorumluluk duygusuyla hareket edeceklerine inanıyoruz. Uluslararası kabul görmüş ve denenmiş politikaları kararlılıkla uygulayarak, ortak aklı eyleme geçirerek, istişare ve görüş alışverişinde bulunarak bu zor günleri hep birlikte aşacağımıza inanıyoruz.”